📌2 Senelik Yolculuğumuzda 1.000.000m+ Ham Görüntüleme İçin Teşekkürler. İyi ki varsınız! 🙏🏻
Discord sunucumuza tüm üyelerimiz davetlidir! ✨(Link)
  • Discord ile Kayıt Aktif | Onaylı Üyelik
    Forumdan daha fazla yararlanmak için, Discord ile kaydolun ve daha ayrıcalıklı olun 👑
  • Telegram ile Kayıt Aktif | Onaylı Üyelik
    Forumdan daha fazla yararlanmak için, Telegram ile kaydolun ve daha ayrıcalıklı olun 👑

Nedir ? Evrim Nedir?

Evrim nedir?
Evrim, en kısa tanımıyla; popülasyon içi gen ve özellik dağılımlarının nesiller içerisindeki değişimidir. Bu tanımdaki her bir basamak, evrim için olmazsa olmazdır.
  • Popülasyon: Evrimsel süreçte değişen bireyler değil, popülasyonlardır. Yani tekil bireyler (örneğin bu yazıyı okuyan siz veya tekil olarak köpeğiniz) asla evrimleşmemiştir, asla da evrimleşmeyecektir. Bireyler, evrimleşmezler; gelişirler (bunu inceleyen bilim dalı, gelişim biyolojisidir). Ancak bir türün tüm bireylerinin oluşturduğu popülasyonlar, her bir nesilde, bir önceki nesle göre daha farklı özellik dağılımlarına sahip olacaktır. İşte bu, evrimdir ve evrimsel biyoloji isimli bilim dalı tarafından incelenir. Popülasyonların değişimi, "gelişim" değildir.
  • Gen ve özellik dağılımları: Evrimde olan, bir türün bir başka türe dönüşümü olmak zorunda değildir. Evrimde değişen, popülasyonların genlerin veya özelliklerinin dağılımıdır. Örneğin uzun boyluluğa dair genlerin popülasyon içinde görülme sıklığı bir nesilden diğerine geçtiğinizde %5'ten %7'ye çıkmışsa, o popülasyon evrimleşmiş demektir. Türleşme evrimin kaçınılmaz bir sonucudur; ancak evrimden söz etmek için türleşme şart değildir!
  • Nesiller içindeki değişim: Evrimsel değişimden söz etmek için mutlaka en az 1 nesil geçmesi gerekir. Bir bireyin kendi ömrü (nesli) içerisinde geçirdiği hiçbir değişim evrimsel değildir. Ömrümüz içinde geçirdiğimiz değişimlere "gelişim" denir. Evrimsel biyoloji ile gelişimsel biyoloji iki farklı biyoloji sahasıdır.
Mikroevrim ve Makroevrim
Evrimsel biyolojide değişim 2 temel seviyede incelenir: mikroevrim ve makroevrim. Bunların ne anlama geldiği, isimlerinden kolaylıkla anlaşılabilir: mikroevrim, dışarıdan kolay kolay görülemeyen; ancak detaylı incelemelerle varlığı anlaşılabilen evrimsel değişimlere verilen isimdir. Tıpkı bakteriler gibi canlıları normalde göremememiz; ancak mikroskop kullanarak bunları görebilmemiz gibi... Mikroevrim, genellikle bir türün kendi içerisinde meydana gelen değişimlere verilen isimdir. Çoğu zaman bu değişimler genler ve proteinler bazında olur (ki bu nedenle "mikro" denir); ancak mikroevrim, bu kimyasal değişimlerin fiziksel görünüm (fenotip) üzerindeki etkilerini de kapsayabilir.

Dışarıdan baktığımızda sarışın veya kahverengi saçlara sahip olmasıyla ilgisi olmaksızın insanın "insan" olduğunu biliriz. Fakat "insan" dediğimiz bu canlı, gözlerimizin önünde evrimleşiyor olsa da, bu evrimsel değişim dikkatli bakılmazsa görülemez. Tıpkı bakteriler gibi... Bu nedenle buna mikroevrim denir.

Öte yandan bu değişim anlamsız değildir. Popülasyon içerisindeki çeşitlilik, ortama uyum sağlama ve üreme başarısına bağlı olarak çeşitli yönlere doğru değişir. Bazı özellikler avantaj sağladığı için seçilirken, bazı diğerleri dezavantajlı olduğu için popülasyondan elenir. Avantajlılar üreyerek bir sonraki nesli oluştururlar ve kendi genlerini bu popülasyona daha çok aktaracakları için kendilerindeki özelliklerin o canlı türünde görülme sıklığı artar. Bu durumda o özellikler, canlıya avantaj sağlıyor ve bu nedenle doğa tarafından seçiliyor deriz. Ancak bir canlının milyonlarca özelliği olduğunu unutmayınız!

İşte adeta türü bir o yanından bir bu yanından tutarak çekiştiren bu "seçilim baskısı"; türün bazı bölgelerdeki bazı popülasyonlarının belli özelliklerinin daha fazla ortaya çıkmasını sağlar. Diğer bölgelerde ise tamamen farklı özelliklerin ön plana çıkmasını, diğerlerinin elenmesini sağlar. Bu durum, birkaç yüz bin yıl önce aynı türe ait olup, birbirine çok benzer gözüken canlıların, birkaç yüz bin yıl sonra tamamen farklı görünmesiyle sonuçlanır. İşte bu gen (veya özellik) görülme sıklıklarındaki (frekanslarındaki) değişimin nihayetinde bariz ve gözle görülür farklar oluşturmasına makroevrim adını veriyoruz.


Mikroevrimin makroevrimi doğurması, bilimde sıklıkla karşımıza çıkan sürerlilik ilkesi (üniformateryanizm) nedeniyledir. Örneğin bir kabın içerine gıdım gıdım damlayan su, nihayetinde kabı doldurup taşırmak zorundadır. Dahası, bir kabın içerisine su şu anda da damlamaya başlasa, bundan 1 milyar yıl önce de damlamaya başlasa, aynı sonuca ulaşmamız beklenir: kap yavaş yavaş dolacak ve sonuna geldiğinde taşacaktır. Yani zamanın ve mekanın bu açıdan bir önemi yoktur: kendini tekrar eden süreçler, bugün nasıl işliyorlarsa, bundan milyarlarca yıl öncesinde bile aynı şekilde işlemektedir. Örneğin şu anda kütleçekimi bütün cisimleri gezegenin merkezine doğru çeker. Bundan 116 milyon yıl önce kütleçekiminin her şeyi gezegenden dışarı doğru ittiğini düşünmemize neden olabilecek hiçbir sebep yoktur. Süreç ve yasalar süreğendir. Aynı durum, evrim için de geçerlidir. Eğer bugün cisimler belli yönlere doğru yavaş yavaş değişiyorlarsa; bundan 100.000 yıl ya da 3 milyar yıl önce de benzer şekilde değişiyor olmalıdırlar. Aksini düşünmemizi gerektirecek hiçbir neden yoktur. Tam tersine, gerçekten de öngördüğümüz değişimleri doğrulayan sayısız fosil bulunmaktadır. Bazı örneklere yazının ilerleyen kısımlarında değineceğim.

İşte bu noktada, mikroevrim ile makroevrim arasındaki ilişki de netleşir: eğer ki mikroevrim varsa; makroevrim de olmak zorundadır (eğer türün soyu tükenmezse). Mikroevrim, damla damla birikerek, makroevrimi doğurur. Bunu, elimize aldığımız her canlıda ve evrim tarihinde görmemiz mümkündür.

İnsanın evrimi
Yaşam ağacımızda, geriye doğru gittiğimizde, “insan” olarak bizlerin de diğer bütün canlılar gibi birçok önemli ayrım noktasından geçtiğimizi görürüz. Bu ayrım noktasında evrim, bizler ile günümüzde “maymun” olarak bildiğimiz canlıları, ortak atadan ayırmıştır. Bu evrimsel ayrımın sebepleri sayısızdır ve bu yazımızın konusu değildir. Ancak temel olarak, coğrafi koşullar, ortak atamızın farklı farklı bölgelerde yaşaması, iklim koşulları gibi çevresel faktörleri sayabileceğimiz gibi, sayısız eşeyli üreme sonucu oluşan farklı değişimler de görülebilir. Elbette insanların günümüzde “evrim” kelimesinden anladıkları, bir canlının pat diye başka bir canlıya “dönüşümü” olduğu için, bu ayrımı anlayamamaktadırlar. Fakat bu ayrım, son derece yavaş bir şekilde gerçekleşir ve yüzlerce, binlerce nesil alır.

Elimizdeki sayısız bulgu, insanlar ile günümüzde yaşayan şempanzelerin, bu ikilinin ortak atasından yaklaşık 6 milyon yıl kadar önce ayrıldığını düşündürmektedir. Bütün maymunların ortak atasına oldukça yakın bir tür olan Darwinius masillae, 46 milyon yıl önce yaşamıştır. Yani bildiğimiz bütün maymunlar -ve dolayısıyla insan- 46 milyon yıl kadar önce, bu türe çok yakın akraba olan, henüz tam olarak tespit edilemeyen ama neye benzediği D. masillae sayesinde neredeyse tam olarak bilinen bir türden evrimleşmeye başlamıştır.
Evrim

Ancak o tarihten, günümüze kadar gelirken, 6 milyon yıl öncesine kadar tek bir insana dahi rastlanmaz. Önce onlarca farklı tür, cins ve aile bu türden ve torunlarından milyonlarca yıl süresince, kademeli olarak ayrılırlar. Daha sonradan bu maymunların bir grubundan, günümüzden 6 milyon yıl önce, sonunda insanlara kadar gelecek kol olan hominidler ayrılır ve evrimleşmeye başlar. Dolayısıyla bundan 6 milyon yıl önceden daha eski insanlara rastlamamaktayız. 6 milyon yıl öncesinden daha eski tarihlerde, maymunsu (ve insanı özellikleri de taşıyan) birçok tür görmek mümkündür. Bizim bu notumuzun konusu ise, 6 milyon yıl öncesinden daha eskisi değil, 6 milyon yıl önce başlayıp günümüzde hala devam eden insanın evrimi konusudur. Tüm türlerin evrimi, soyu tükenene kadar devam etmektedir.

Bir Aile Portresi


Üstte gördüğünüz fotoğraf maymunların akrabalık ilişkilerini anlatmaktadır.

Evrim


Üstte gördüğünüz fotoğraf, soy ağacımızın şempanzelerden ayrılmasının ardından geçen 6 milyon yıllık sürede insanın evrimi ele almaktadır. Bu yazıda Homo öncesi türleri ele almayacağım. Yoksa çok uzun olacak.

Homo gautengensis​

Homo türleri arasında karşımıza ilk çıkan insan türü, Homo gautengensis türüdür. 2010 senesinde Darren Curnoe tarafından Güney Afrika'da keşfedilmiştir. Ayrı bir tür olarak değerlendirilmesinin nedeni, Australopithecus türlerine ait birçok özelliği barındırıyor olmasına rağmen, daha önce gördüğümüz hiçbir türde olmadığı kadar, kendisinden sonra gelecek olan Homo habilis ve Homo ergaster türlerinin özelliklerini barındırıyor olmasıdır. Yapılan analizler türün 1.9 milyon yıl kadar önce yaşadığını göstermektedir. Türe ait 5 farklı bireyden fosil örnekleri bulunmuştur ve bu türün günümüzden 600.000 yıl öncesine kadar yaşamış olabileceğine dair veriler bulunmaktadır.

H. gautengensis türü halen bitkilerle beslenebilecek kadar güçlü bir çeneye sahiptir, küçük beyinlidir ancak et tüketimi de bulunmaktadır. Et tüketimi, asla H. habilis veya H. ergaster kadar kapsamlı değildir; ancak atalarına göre eti daha fazla tüketmeye başladığı düşünülmektedir. İlginç bir şekilde, ateşi kontrol altına alan ilk tür olması ihtimali bulunmaktadır; çünkü fosillerinin yanında kemikleri yanmış hayvan fosilleri bulunmuştur. Yaklaşık 91 santimetre uzunluğunda olan tür, 50 kilogram civarında bir ağırlığa sahiptir. Türün zamanının büyük kısmını ağaç tepelerinde avlanarak, uyuyarak ve avcılarından kaçarak geçirdiği düşünülmektedir.

Kafa Tası


Homo habilis​

Homo gautengensis türünden sonra karşımıza, hakkında en fazla bilgiye sahip olduğumuz ve artık Homo türlerinin yükselişini ilan eden ikonik geçiş türü Homo habilis, yani “handy man” (“elini kullanan adam”, “kullanışlı adam”) gelmektedir. Bu türün elini kullandığına dair veriler ve yaptığı/kullandığı aletler bulunmuştur. Özellikleri ise şöyle:

H. habilis, 2.33 ile 1.4 milyon yıl kadar önce yaşamıştır. Önce burada biraz durmakta fayda var. Fark edebileceğiniz gibi, zaman aralıkları oldukça birbirinin içerisine girmiş vaziyette. Bu, türleşmenin ne kadar yavaş olduğunu ve kimi zaman, atasal tür ile farklılaşan türün aynı zamanlarda ancak muhtemelen birbirlerinden izole bir şekilde yaşadıklarını gösteriyor. Öyle ki, ata türlerle torun türlerin bir arada bulunduğu yerler bile bulmak mümkün. Bu, evrimin net bir şekilde gözlenmesi için bize harika bir fırsat sunuyor. Unutmamak gerekir ki evrim dahilinde her şey adım adım ilerler. Her şey birbirinin içerisindedir ancak birbirinden ayırt edilebilir. Bir tür, diğerine adım adım evrilirken, türün bütün örnekleri aynı anda evrimleşmez. Burada gördüğümüz durum da, H. habilis türünün atalarıyla aynı coğrafyada, bir arada yaşamış olduğunu gösteriyor.

H. habilis, Australopithecus'lara pek çok yönden benzemekteydi ve insan türleri arasında, H. gautengensis'ten sonra insana en az benzeyen türdü. Öyle ki, 1960'lı yıllarda Homo türlerine ait olduğu bile reddediliyordu; ancak sonradan bu itirazların geçersiz olduğu anlaşıldı. Homo habilis'in boyu oldukça kısaydı, yüzü halen ilkeldi (primitif) fakat ilk bakışta bile bir Australopithecus africanus olmadığı anlaşılabilecek kadar atalarından farklıydı. Arka dişler daha küçüktü fakat halen modern insanlardan daha büyüktü. Beyin hacmi 650 cc’ye çıkmıştı! Muazzam! Hatta 800 cc’ye kadar çıkan kafatası örnekleri bulundu (500 cc – 800 cc arasında değişen örnekler bulundu). 500 cc civarında olanlar atası olan Australopithecus’lara yakındı, 800 cc olanlar ise, torunları olacak olan Homo erectus’lara yakındı. Dolayısıyla beyin bakımından evrimi tek bir tür içerisinde bile görmemiz mümkün olabilmektedir. Unutmayınız ki evrim, asla bireylerin kendisinde gerçekleşen bir süreç değildir; hiçbir Homo habilis bireyi ömrü içerisinde farklı bir türe evrimleşmemiştir. Ancak tür bazında baktığımızda, aynı türün farklı nesillerinin giderek türün eski özelliklerinden farklı yapılar evrimleştirdiği görülebilir, bu çok normaldir.

Homo habilis, 127 santimetre boyunda, 45 kilogram civarındadır ve dişileri çok daha ufaktır. Türe ait Olduvai Gorge (Tanzanya) ve Koobi Fora (Kenya) bölgelerinde çok sayıda fosil kalıntısı keşfedilmiştir. Bulgular arasında kafatasları, üst ve alt uzuvlara ait kemikler, alt çene kalıntıları, dişler, üst çene ve daha nice kemik bulunmuştur. Bunların bazı fotoğrafları şu şekilde:

Homo habilis


Homo Habilis


Homo Erectus​

Şimdi sırada, çok meşhur ve hakkında buraya kadar anlattıklarımıza nispeten daha fazla bilgi bulunan tür var: Homo erectus

Homo erectus
, 1.9 milyon yıl ile 100.000 yıl öncesine kadar varlığını sürdürmüş, çok başarılı bir insan türüdür. Bir düşünün; bundan sadece 100.000 yıl kadar önce, Homo sapiens henüz yeni yeni yükselirken, bir diğer insan türü ve doğrudan atası olan Homo erectus ile birlikte yaşamış olma ihtimali bulunuyor! Henüz Homo erectus'un tam olarak yok olduğu tarih kesinleşmiş değil; ancak günümüzden 143.000 yıl öncesine ait olan ve Homo. erectus kalıntıları olduğu düşünülen fosiller bulunuyor.

Homo erectus, H. habilis gibi, çıkıntılı bir çeneye ve büyük azı dişlerine, kalın kaş çıkıntılarına, uzun bir alt kemiğe ve 750 ila 1225 cc arası değişen bir beyin hacmine sahipti. İlk zamanlara ait H. erectus beyinleri 900 cc civarındaydı ve sonradan bulunanlar ise ortalama olarak 1100 cc civarında bir beyin hacmine sahiptiler. Yine, beyin büyüklüğünün tür içerisinde evrimleştiği net bir şekilde görülmektedir. İskeleti, modern bir insanınkine benzer şekilde oldukça sağlamdı ve bu da, çok daha güçlü olduğu anlamına geliyordu. Vücut oranları farklı farklıydı. “Turkana Çocuğu” ismi verilen Homo erectus, modern insanlara benzetilebilecek şekilde uzun ve inceydi. “Pekin Adamı” olarak isimlendirilen diğer bir Homo erectus ise daha kısa ve çelimsiz bir yapıdaydı. Turkana Çocuğu adı verilen H. erectus üzerinde yapılan çalışmalar, bu türün günümüz modern insanlarından "daha iyi" bir yürüme yeteneğine sahip olduğunu gösteriyor. Bunun sebebi, gelişkin vücut şekline oranla, vücudunun ve beyninin hafif olması. Elbette “yürümenin iyiliği”nden kasıt, daha çevik ve kolay oluşu... Ayrıca bizim yürüyüşümüzün daha “zor” ve “kötü” olma sebebi, iskeletimizin ağır kaslarımızı ve büyük beynimizi taşımak zorunda olması. Bu da bize, bizim evrimleşmemiz sonucu oluşacak türlerin yürümekte çok daha başarılı olabileceği konusunda bir fikir veriyor!

Ayrıca tekrar vurgulamak gerekirse, H. habilis ve tüm Australopithacus’lar sadece Afrika’da bulunmuşken, H. erectus‘un Afrika, Asya ve Avrupa’da da bulunmuş olması, Afrika'dan dışarıya doğru ilk göçlerin başladığını ve epey bir yol kat edildiğini göstermektedir! Bu da, H. erectus'un çok daha rahat yürüyebildiğini ve yayılabildiğini göstermektedir! Zaten anatomisinde yapılan incelemeler, dik bir şekilde rahat yürüyebilmesi sebebiyle "dik adam" anlamında Homo erectus adını türe kazandırmıştır. Daha da ilginci, H. erectus‘un ateş kullanabildiğine ve habilis‘e kıyasla taş kullanarak çok daha sofistike aletler yapabildiğine dair bulgularımız ve kanıtlarımız olması! Biraz görsel sunacak olursak:

Homo Erectus


Homo Erectus


Homo Erectus
 

Helix

S1 Üye
S1 Üye
Kayıtlı Üye
LV
2
 
Son görülme
Katılım
14 Haz 2022
Mesajlar
421
Ödüller
7
ProxyXF Paylaşım için teşekkürler. 🤗
 

Discord Sunucumuz

Üst